Bir
varmış bir yokmuş ,uzak ülkelerin birinde, dağların
doruklarında güzeller güzeli Dağ Fulyası yaşarmış.
Baharın ilk belirtileriyle uzun kar uykusundan uyanır,
güneş sıcaklığını iyice
hissettirmeye başladığı günlerde
tomurcuklanır, yaz boyunca da çiçekleriyle çevresine
binbir
renkler saçar, kokusu ile, güzelliği ile, güzelliğinden
çok o
mahçup saf duruşu ile herkesi kendine hayran bırakırmış.

Doğa ananın da en sevgili yavrusu, herşeylerden
sakınıp
gözettiği en nadide çiçeği imiş bu Dağ
Fulyası. En yakın
arkadaşı Nergis'le
sıcak yaz günleri boyunca gülüşürler,
oynaşırlar, bütün doğayı neşeyle
donatırlarmış. Fulyacık
Nergis'ini çok sever bir dediğini iki etmezmiş.
Elinden
gelse tüm dünyasını Nergis'le paylaşmak
istermiş.

Nergis'te çok güzelmiş ama Fulya'nın saflığına
karşı son derece
kurnaz, işveli, cilveli, bir kızmış.
Fulya'yı çok sever, onunla
arkadaşlığını sürdürmek için
kendini ona benzetmeye çalışır,
ama içten içe de Fulya'nın herkes tarafından
sevilmesine
tahammül edemez, herkes kendini daha çok sevsin istermiş.

Fulya'nın tüm çiçekleri sabırla dinleyip, hepsine
yardım etmek istemesine, herkese çözüm getirmeye çalışmasına
hayret edermiş.
Çünkü, Nergis çiçek için doğadaki en önemli şey
kendisiymiş,
kendi duyguları kendi düşünceleri , herkesin, herşeyin
üstünde
imiş. Fakat Fulya'ya özel bir değer verir, onun
hayranı olduğu
saflığını korumak için olası tüm kötülüklerden
sakınmak istermiş.

Fulya ise hep tebessümle karşılarmış
Nergis'i zira, Doğa
annesinin de aynı koruyucu kollayıcı davranışlarına
alışık
olduğu için Nergis'e ayrıca çok güvenir, inanırmış.
Bu arada aşağılarda , dağların,
vadilerin ötesindeki
ovalarda ise Bahar Rüzgârı yaşarmış...

Bu rüzgârın en sevdiği iş, ovanın tüm
çiçeklerine gezip
gördüğü yerleri anlatarak onlara yeni heyecanlar, yeni
ufuklar göstermek ve onların hayranlığını,
sevgisini
kazanmakmış. Birbirinden değişik ilginç
öykülerle
çiçeklerin gönlünü çelip en masum görüntüsünü takınır
en hoş sesiyle onlara birbirinden güzel şarkılar
söyler,
eğlendirirmiş. Çiçekler kendilerinden geçip,
hayranlıkla
onu dinlerken, o fark ettirmeden çiçek tozlarını
alıp
koynunda gizlediği kutusuna atarmış.

Bahar Rüzgârı, bu çiçek tozlarını karıştırıp
bir gün kendine en
güzel kokulu, en güzel renkli çiçeğini oluşturacağını
hayal eder
yüreği bu hoş beklentiyle çarparmış.
Fakat aldığı her çiçek
tozundan sonra yine bir eksiklik hissedip daha güzel, daha
ışıltılı,
binbir renkli, çok daha güzel kokulu çiçekler aramaya çıkarmış.

Rüzgâr, bir gün yine bu amaçla ovadan ayrılıp
vadiye doğru yola
çıkmış. Vadiye geldiğinde birden çok
farklı bir çiçek kokusu
hissetmiş, etrafına bakınmış ama görememiş.Çünkü
koku
yukarılardan geliyormuş. Başını kaldırıp
dağa doğru bakmış.
Tepelere yaklaştıkça kokular daha da yoğunlaşırken
içlerinden
ayırt edici bir koku tatlı tatlı başını
döndürüyor, onu daha
yukarılara çekiyormuş. Sonunda onu görmüş.
İlk önce
heyecandan yanına yaklaşamayıp uzaktan seyre
dalmış.

Fulya çiçek olacaklardan habersiz pervasızca çevresindeki
arkadaşlarıyla şakalaşıyor, çocuklar
gibi neşeli kahkahalar
atıyor, gülerken gözlerinin içi gülüyormuş. Rüzgâr
nasıl olup
da bugüne kadar çevresine eşsiz ışıltılar
saçan bu çiçeğin
varlığından habersiz yaşadığına
hayret etmiş. Hemen harekete
geçmeye karar verip hafif hafif Fulya'nın etrafında
esmeye
başlamış. Bir yandan da bildiği en güzel
şarkıları söylüyormuş.
Fulya bu beklenmedik hoş esintiyi heyecanla karşılamış,
kendine
yeni ve çok farklı bir arkadaş edineceğini
hissetmiş. Çünkü
arkadaşı Dağ Rüzgârının keskin
esintisine karşı Bahar Rüzgârı
tatlı bir meltem edasıyla yapraklarını okşuyor,
yıpratmadan
dinlendiriyormuş. Güzeller güzeli çiçek, rüzgârın
coşkulu, tutkulu
heyecanlı sesini büyük bir hoşnutlukla dinlemeye
koyulmuş...

Rüzgar, Fulya'ya ovadaki güzellikleri, gezip gördüğü
yerlerde
duyup işittiği ve yaşadığı ilginç
hikayelerini anlatırken
onun da başını döndürüp çiçek tozlarını
alacağı anı hayal
ediyor ve yüreği bu anın heyecanı ile deli
gibi çarpıyormuş.
Fakat kendindeki bu yeni duygulara kendide şaşırıyor,
Fulya çiçeğin tüm dünyasını merak ediyor,
daha yakından
tanımak için çırpınıyormuş. Bu
nedenle çiçek tozlarını almak
için biraz daha sabredip Fulya ile arkadaş olmaya karar
vermiş.

Rüzgâr, Fulya çiçeğin dünyasına girdikçe
hayranlığı daha da
büyümüş, onunla konuşmak, onun fikirlerini duymak,
kendini dinlerken hüzünlü hikayelerde hemen buğulanıveren
gözlerine
dalıp gitmek, neşeli hikayelerde kahkahalarına
karşılık
vermek Rüzgarda tutkuya dönüşmüş.

Fulya'nın kokusu renklerindeki saflık, konuşmalarında
kendini hissettiren bilgeliğini, çocuksu ifade tarzı,
hele
sesindeki o içine işleyen ince tını bugüne
kadar hiçbir çiçekte rastlayamadığı özelliklermiş.
Fulya ise dinlediği o harika hikayelerle, kendini dünyanın
her yerine götürdüğüne inandığı
bu yeni arkadaşı yüzünden tüm arkadaşlarını
ihmal etmeye başlamış. Zamanını hep Rüzgarla
beraber geçirmek istiyormuş.
Zira Rüzgâr öyle güzel konuşuyor ve o kadar çok
şey biliyormuş
ki, Fulya'nın dünyası yepyeni renklerle bezeniyormuş.

Günler geceler boyu birlikte konuşmuşlar, gülmüşler,
ağlamışlar. Bahar Rüzgârı Fulya'nın
bütün güvenini kazanmış. Fulya bu arada Nergis'i
ihmal etmemeye çalışıyor onada
rüzgâr'ın anlattıklarını anlatıyor
ve ikisini tanıştırırsa birlikte
harika bir dünya kuracaklarını çok eğleneceklerini
söylüyormuş. Nergis, Fulya'yı ilk kez bu kadar
heyecanlı görüyor ve onu
bu kadar etkileyen birini çok merak ediyormuş.

Rüzgâr ise çiçek tozlarını aldığı
takdirde Fulya'nın
arkadaşlığını kaybedeceğini
bildiğinden bu çok istediği,
beklediği anı sürekli erteliyormuş. Fakat aklında
da
yaratacağı o muhteşem çiçek olduğundan
dağdaki diğer
çiçeklerle arkadaşlık kurup, onlarada aynı
hikayeleri, aynı
şarkıları anlatarak başlarını döndürüyor
ve çiçek tozlarını
alıp saklıyormuş. Bir gün Fulya, Rüzgâr'ın
tüm yaptıklarını görmüş. Fakat çiçek
tozlarını saklamasını anlayamamış.
Zira çiçek tozları, çiçekler için hayati önem taşıyormuş.

Tüm çiçek arkadaşlarının ertesi baharlarda
yeniden canlanıp gün
ışığına kavuşmaları için
bu tozların yeniden toprağa düşmesi
gerekiyormuş. Oysa rüzgâr onları kendine
saklayarak çiçeklerin
ömürlerini sona erdiriyormuş. Fulya çok üzülmüş,
onun derin
düşünceli hali Doğa annesini de endişelendirmiş.
Bu arada Fulya,
istemeyerek Bahar Rüzgârı'nı Nergis'lede tanıştırmış.
Ama Nergis'in
çok akıllı olduğunu ve Rüzgâr'ın büyüsüne
kapılmayacağını
düşünüyormuş. Oysa Rüzgâr, Nergis'in
ışıltılı renklerini öyle bir
övgülerle anlatmaya başlamış ki.. Hele Rüzgâr'ın
şarkılarında ki,
o heyecanlı sesi duyunca Nergis de tüm diğer çiçekler
gibi
büyülenmiş ve çiçek tozlarının gitttiğinin
farkına bile varmamış.

Fulya büyük bir korku ve üzüntü ile olanları
izliyormuş.
Hemen evine dönüp Rüzgâr'a, evinin tüm kapı ve
pencerelerini sıkı sıkıya kapatmış.
Rüzgâr, Fulya'nın olanları gördüğünden
habersiz, kendinden emin bir şekilde büyük
bir kibir ve iki yüzlülükle Fulya'nın evinin önüne
gelmiş. Her zamanki gibi Ona ne eşsiz bir çiçek
olduğunu, kokusuyla onu büyülediğini, çok
uzaklardan bu koku ile kendisini çekip
getirdiğini en etkileyici sesi ile söylemeye başlamış.

Fulya çok büyük üzüntüler içinde perdenin arkasından
sessizce Rüzgâr'ın anlattıklarını
dinliyormuş. Rüzgâr, kapıların
açılmayışına anlam verememiş. Tekrar
Fulya'ya ne kadar
çok değer verdiğini söyleyip en hüzünlü sesiyle
ona şarkılar söylemeye devam etmiş. Fulya, gözyaşları
içinde kapılarını
açmadan Rüzgara her şeyi gördüğünü ve yaptıklarını
çok
yanlış bulduğunu, çiçeklerin yaşamlarının
sürekliliği için
o tozlara ihtiyacı varken kendisinin büyük bir duyarsızlıkla,
herşeyi önceden planlayarak tozları çaldığını
söylemiş.

Rüzgâr, Fulya'nın tepkisini çocukça ve anlamsız
bulmuş.
O tozlara kendi mükemmel çiçeğini yaratmak için
ihtiyacı olduğunu Fulya'ya anlatmaya çalışmış
ama Fulya onun yaptıklarını asla anlayamayarak
bencillikle suçlayınca
büyük bir kızgınlıkla oradan uzaklaşmış.
Nergis ise
olanlardan habersiz Rüzgârla arkadaşlığına
devam
ediyormuş. Rüzgâr kendi mükemmel çiçeği için
sakladığı
tozları arasında Fulya'nın eksikliğini içinde
duyarak,
kutusunu açmış, bir daha ki bahara kendi muhteşem
çiçeğini oluşturmak amacıyla çiçek tozlarını
toprağa
serpmek istediğinde birde ne görsün tozların hepsi
kutunun içinde günlerce havasız kalmaktan
bozulup küflenmemiş mi?

Rüzgâr, her çiçek tozunun kendi doğal ortamı içinde
sadece
ait olduğu çiçek olarak yaşayabileceğini çok
geç anlamış.
Yinede büyük bir kibirle doğanın kanunlarına
karşı geldiğini binlerce çiçeğe sonbaharı
yaşattığını görmezden geliyor,
diğer yandan içinde Fulya'nın yokluğundan
kaynaklanan
büyük bir boşlukla tüm hedef veamaçları
tükenmiş bir şekilde avare esip duruyormuş...

Fulya, gördüklerine yaşadıklarına dayanamıyor
büyük acılar çekiyormuş. Hele bir dahaki baharda
hiçbir arkadaşının olamayacağını
düşündükçe, Nergis'inin bile Rüzgâra
kapılıp gittiğini görmek, onu kaybettiğini
bilmek Fulya'nın
büyük üzüntülerle hastalanmasına neden olmuş.
O incecik zarif boynu bükülmüş, günden güne sararıp
solmuş. Doğa anne üzüntüsünden ne yapacağını
bilemiyor
en değerli yavrusunun gözünün önünde eriyip
gitmesini,
hastalıktan ölecek hale gelmesini önleyecek çareler arıyormuş.
En sonunda aklına çok güzel bir fikir gelmiş.
Hemen Dağ Fulyası'nın yanına gelerek, onun
vaktinden çok
önce uyumaya başlaması gerektiğini söylemiş.

Fulya çiçek derin üzüntülerle minicik yüreği çok
yorgun olduğundan henüz daha bahar aylarında olmasına
rağmen
annesinin kollarında kolayca uyumuş.. Günler
haftalar aylar boyunca hiç uyanmamış.. Böylece tüm
yaz ve sonbahar aylarını uykuda geçiren Fulya bir gün
kulağında Doğa annesinin
tatlı mırıltılarını duyarak gözlerini
açmış. Yüreğinin nedenini
henüz bilemediği büyük bir huzur ve mutluluk ile dolu
olduğunu hissediyormuş. Gördüklerini anlamaya çalışıyor,
muazzam bir beyazlığın ortasında gözleri
kamaşıyormuş.

Adeta tüm evren, bu güzel ve cesur çiçeğin yüreğini
huzurla doldurmak istercesine büyük bir sessizlik içindeymiş.
Karların Prensi ise büyük bir şaşkınlıkla
kardan pelerinin altından
adeta yüreğini delip çıkan bu çiçek karşısında
nefesi tutulmuş, gözlerine inanamayarak bu güzel çiçeğin
yaşama yeniden gülümsemesini izliyormuş. Hayatında
ilk kez böylesine
güzel bir çiçekle karşılaşmış.
Zaten zavallıcık hayatı boyunca
hiç çiçek bile göremiyormuş ki, kış boyunca
doğadaki
tüm canlılar kış uykusuna yatar, her yer derin
bir sessizliğe gömülürmüş. Fulya da doğaya
böylesine muazzam
güzellikler veren ve büyük bir huzur içinde uyumasını
sağlayan karlar prensine mutlulukla gülümsüyormuş.

Tüm ruhu ve incecik zarif gövdesi ile sadece karlar prensine
yönelmiş, gözleri sadece onu görsün, yüreği
sadece on duysun istemiş. İşte; o günden beri
tüm doğa, Dağ Fulyasına
KARDELEN demeye başlamış. Zira, karları
delip yeryüzüne çıkabilen tek çiçek Kardelen olmuş.
Karların ve Karlar
Prensi'nin tek çiçeği ... Kardelenle Karlar prensi
birbirlerine
hiç beklemedikleri bir anda kavuşmanın sevinci ile
sonsuza dek büyük bir mutlulukla yaşamışlar...
Servet Özkök
- Aralık 1999 Maslak
|